23 Mart 2010 Salı

Bir Kitap: Körleşme, Elias Canetti

ne yok ki şu beş yüz sayfada...insanın? her durumda nasıl ben-merkezci olduğu, bu bakış açısı farklılığının sonuçlarının varabildiği boyutları, kişinin en büyük düşmanının yine kendisi olduğu, son yüzyılımızın 'insanlık' tarihinin ağzına kadar meta bağımlılığı ve düşkünlüğüyle doldurulduğu, hayatlarımıza yön veren güdünün yerini bu bağımlılıkların -artık gereklilik mi demeliyiliz?- aldığını, hayata anlam ve renk katabilecek en önemli yeti olan kişilere ve olaylara farklı yönlerden yaklaşabilme, bakabilme, 'görebilme' yetisinin noksanlığının uzantısı olarak günümüz insanlarının 'körleşme'lerinin trajikomiğe varan hallerini böylesine konuşulan dil, ten rengi, inanılan tanrı ayrımı yapılamayacak evrensel nitelikte, biraz dikkatli yaklaştığımızda komşumuzda, okulumuzda, mahallemizde veya resim kursumuzda görebileceğimiz karakterler eşliğinde, o Kafka'ya özgü kendini her tümcenin içinde hissettiren hafif komedi ve ironi unsurlarıyla bezenmiş, her cümlesinden hatta her kelimesinden edebiyat damlayan bir pınar oldu bu 'Körleşme' benim için

Profesör Kien, dünyada eşi bulunmayan bir kitaplığın sahibi, çağının en büyük sinologu baş karakterimiz...tüm hayatını doğu kültürlerini araştırarak, okuyarak ve çalışarak geçiren bu aydın? profili, tüm okumuşluğuna, öğrenmişliğine rağmen gözlerini bu birikimle açmasını başaramayan, gündelik daha doğrusu sosyal yaşamı işi diyaloğa dahi girmek istememeye vardırarak übermensch edasıyla reddeden ve bu tavrının neticesinde neredeyse komik! olayların ve kişilerin pençesine takılan bir insan? var karşımızda

biraz kendimizi zorlarsak tüm insanlık tarihinde görebileceğimiz gibi 'kendi?' aydınlarımızı da anımsatıyor bana

velhasıl kelam Kien bir hata yaparak evinin -kitaplığının mı demeliydim yoksa- kâhyası Therese ile evlenir ki okuma serüvenimizin ikinci baş karakteri hayatında -annesinin de psikanalitik etkisiyle- meta çılgınlığından başka bir şeye tutunamayan, ellisine kadar evlenememiş, cinsellik yoksunluğunun kendisini çok farklı? karakterlere sürükleyeceği, neredeyse pasif faşizmin tipik örneğini teşkil eden bir kadın

daha önce sözünü ettiğimiz ben-merkezciliğin önünü açtığı, planlananın çok dışında gerçekleşen olaylar zinciri sayesinde Kien kendi kitaplığından -evinden- kovulur ve birbirinden ilginç? karakterlerle karşılaşacağı bir olay-karakter zincirinin içerisinde bulur kendini ki bunlardan birisi kendini Dünya Satranç Şampiyonu sanan, hırsız, dolandırıcı tayfa içerisinde yaşayan ve şahsi dolandırıcılıklarına uydurduğu, 'körleşme'nin sebep olduğu inanılmaz gerekçeleri okurken hayrete düşeceğiniz romanın üçüncü baş karakteri sayılabilecek kambur cüce Fischerle...Canetti'nin özellikle Fischerle ile ilgili psikanalitik değerlendirmeleri ve yorumları çok ilgimi çekmekle kalmadı, okuma zevkimin doruk noktalarını Fischerle karakteriyle tecrübe ettim diyebilirim

Elias Canetti'nin karakterleri yaratma ve bu karakterler adına düşünme yetisine, perspektifinin genişliğine hayran kalmamak elde değil zira Körleşme'yi yazdığında henüz yirmi altı yaşında olması, insan tasavvur ve eleştirisindeki yetkinliği bu hayranlığı pekiştirmekten başka bir işlev görmüyor

yazarın daha önce de değindiğimiz gibi ironi ve kara mizah dolu Kafkavari üslubu son yıllarda hiç tatmadığım bir okuma zevki sunuyor...betimlemeleri, karakterleri, kelime seçimindeki titizliği, özellikle monologlarıyla edebiyatın seçkin bir örneğini sunuyor gözlerimize ve beynimize Canetti, tabii çevirmen Ahmet Cemal'in esre sadık, titiz, elindeki metnin kıymetini bilen ve hakkını veren yetkin çevirisini unutmamak lazım

pekâlâ ne öğrenebilme şansımız var bu metinden...

kişisel hayat görüşümün temel noktalarındandır ben-merkezcilik, insan kendine saygı duymadan benliği dışındakilere saygı duyamazdır ağzımdaki, kalemimdeki...aynı zamanda benim özgürlüğüm diğerlerinin tutsaklığı olamaz derim! işte bu iki olgunun o ince dengesinin tutturulamadığı kişiliklerde yaşanan yıkımlara şahit olacaksınız Canetti'nin kaleminde

kişinin nasıl bir anda kendinin, varlığının hatta varolma çabasının en büyük düşmanı, en zorlu engeli olabileceğini okuyacaksınız

'ben'in dışındaki yargılara, olaylara, seslere, kişiliklere hatta 'ben'in kabuğunu kırmaya çalışan benliklere karşı sergilediğimiz, sergilenen 'körleşme'yi tecrübe edeceksiniz

son sayfalarda kanınız donarak takip edeceğiniz insanlık? tarihinin nasıl da ataerkillikle yoğrulduğu, kadın düşmanlığının sınırsızlığı, yedi bin yıllık yaşantıların kas gücümüzle sindirebildiğimiz! kadınları(mızı) nasıl hâkir gördüğünü, kötü! 'görmek' istediğini, tarihi metinlerimizin hatta sözlü edebiyat ürünlerimizin dahi bu 'körlük'lerle dolu olduğunu öğreneceksiniz!

yirminci yüzyılın en seçkin edebiyat ürünlerinden olan Körleşme'yi okuyunuz, okutturunuz...

kendi adıma 'körleşme'ye karşı tüm uyarıları için Elias Canetti'ye en derin saygılarımı sunuyorum

15 Ekim 2009 Perşembe

Başlangıç

nasıl başlanır bilmem ki...duyguların ifadesi kendi başına çetrefilli bir işken çok sayıda yönüyle çok sevilen bir ilgi alanını? -kendini ifade etme biçimi olarak görmeyi yeğlerim- neresinden tutup neresini çekiştirip kime nasıl anlatırsınız

oldum olası birden fazla katmanı olan, ardında anlattıklarından fazlasını barındıran, ikinci bir okumayı gerektiren işleri daha fazla sevmişimdir

sinema tüm sanat dallarını içinde barındıran ortak nokta olmuştur benim için...bu demek değildir ki diğer sanat dallarını sevmem, aksine edebiyata olan aşırı sevgim senaryoya olan ilgimi ve dikkatimi arttırmıştır, müzik deseniz pek iyi bir icracı olamamış olsam da iyi bir dinleyici olduğumu düşünürüm ve sinemada müzik kullanımı beş temel yıldızımdan birisini oluşturur, resim, fotoğraf ve mimari sanatları konularında çok iddialı olmasam da bir zevkim olduğuna inanırım, bu sebepledir ki sinema gönlümde ayrı bir yer edinmiştir

tüm sanatları çatısı altında barındıran bir kulübedir, işleyenine göre bu kulübe bir helaya da dönüşebilir bir saraya da...tabii ki burada helaya! dönüşmüş olanlara pek yer vermeyeceğim
şöyle bir üst satırlara göz gezdirdim de gidişatımdan sadece sinema yazılacak çizilecek gibi bir izlenim oluşmuş olabilir, çoğunlukla sinema yazmayı düşünüyorum ve tabii olarak diğer sanat dallarına da yer vereceğim keza edebiyat, müzik, tiyatro, mimari, resim (fotoğraf) ve heykel olmadan sinema olamazdı hatta bu sanat dalları iyi işlenmeden iyi bir sinema filmi yaratmak hayal gibi

çok uzakmak istemiyorum lafı zira klavyenin başına geçerken amacım sinema sevgimin nedenlerini anlatmaya çalışmaktı lakin görüyorum ki örnekler, uzun uzadıya açıklamalar olmadan bu işin altından kalkamayacağım, daha ilk yazıdan çok da sıkmak istemiyorum okuyucuları...dolayısıyla önümüzdeki yazılarda görüşmek üzere

iyi seyirler